Soyadı Pütün
olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937'de Adana'nın Yenice köyünde doğdu, 9
Eylül 1984'te Paris'te öldü. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan
biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana'da tamamladı. Öğrenimi sırasında
ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit
satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film
ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda
öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde
okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde
ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz'ın
desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.
olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937'de Adana'nın Yenice köyünde doğdu, 9
Eylül 1984'te Paris'te öldü. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan
biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana'da tamamladı. Öğrenimi sırasında
ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit
satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film
ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda
öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde
okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde
ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz'ın
desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.
1959 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilen Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazar ve aynı zamanda oyuncu olarak katkıda bulunur. Karacaoğlan'ın Karasevdası'nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükselir. Yeni Ufuklar ve On Üç
gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm
propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk
yıl hapis cezasına mahkum olur.
gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm
propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk
yıl hapis cezasına mahkum olur.
İki
yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven
filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan "Anadolu
çocuğu" karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul
etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini
özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney'e Çirkin Kral
lakabının yapıştırıldığı bu dönemde (bize kalırsa çok haksız bir
yakıştırma), öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad'ın yönettiği Hudutların Kanunu
adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece
uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının
göstergesidir.
yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven
filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan "Anadolu
çocuğu" karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul
etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini
özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney'e Çirkin Kral
lakabının yapıştırıldığı bu dönemde (bize kalırsa çok haksız bir
yakıştırma), öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad'ın yönettiği Hudutların Kanunu
adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece
uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının
göstergesidir.
Gerçek anlamda ilk kez 1967'de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han'ı çeker. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler alır. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam'ı çeker. 1970'e gelindiğindeyse Türk sinemasında önemli bir yere sahip olan Umut adlı film seyirciyle buluşur.
'Umut',
eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini
geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek
çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce
faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi
varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar'ın öyküsünü
anlatır. Güney'in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün
durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen
belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçilen,
sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca
gösterime giren 'Umut', burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle
karşılanır.
eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini
geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek
çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce
faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi
varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar'ın öyküsünü
anlatır. Güney'in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün
durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen
belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçilen,
sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca
gösterime giren 'Umut', burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle
karşılanır.
1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar)
Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk
olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam
tersidir.
Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk
olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam
tersidir.
1972 yılında siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklu kalan Güney, Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımlar. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanır.
Tutukluk döneminin bitmesi sonrasında, 1974'te bir başyapıt sayılan Arkadaş'ı
çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki
toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek
zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki 'kültür şoku'nun da bir
belgesi gibidir. Yılmaz Güney'in Adana'da Endişe adlı filmi
çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi
uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.
çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki
toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek
zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki 'kültür şoku'nun da bir
belgesi gibidir. Yılmaz Güney'in Adana'da Endişe adlı filmi
çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi
uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.
Yine de o sinemadan kopamaz. Senaryolar yazmaya, üretmeye ve hep üretmeye devam eder. Senaryolarından biri Zeki Ökten tarafından Sürü adıyla sinemaya aktarılır ve bu film, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül alır. Ökten'in çektiği Düşman'ın ardından Gören'in kamera karşısına geçtiği Yol gelir.
1981'de
cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol'u yeniden
çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği'nde büyük ödülü Costa Gavras'ın Missing'iyle
paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle
1983'te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa'da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl kanser nedeniyle yaşama veda eder.
cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol'u yeniden
çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği'nde büyük ödülü Costa Gavras'ın Missing'iyle
paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle
1983'te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa'da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl kanser nedeniyle yaşama veda eder.