TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Lütven daha kaliteli hizmet için üye olunuz!!! Radyomuza hepinizi
beklerizzzz...

Join the forum, it's quick and easy

TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Lütven daha kaliteli hizmet için üye olunuz!!! Radyomuza hepinizi
beklerizzzz...

TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


    Avrupa’nın İslamla ‘yeniden’ imtihanı

    Admin
    Admin
    KURUCU
    KURUCU


    Mesaj Sayısı : 827
    Yaş : 29
    Başarı Puanı : 1938
    Pep Gücü : 42
    Kayıt tarihi : 01/01/09

    Avrupa’nın İslamla ‘yeniden’ imtihanı Empty Avrupa’nın İslamla ‘yeniden’ imtihanı

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 17, 2009 10:55 pm

    Avrupa’nın İslamla ‘yeniden’ imtihanı





    Gerçekte Avrupa hiçbir zaman tamamen
    tecrit edilmemiş, tamamen Hıristiyan
    olmamıştır… İslam Avrupa’nın parçasıdır,
    İslam mirasımızın parçasıdır.
    Jack Goody [1]


    İslamın Avrupa bilincinde vuku bulmuş ‘ebedî bir travma’[2] olduğunu
    söyleyen Edward Said’in çığır açan Orientalism (1978) adlı kitabı,
    çeyrek asrını 2 yıl önce doldurdu. Bu süre zarfında Avrupa’nın Avrupalı
    olmayan toplumlar ve kültürlerle olan ilişkilerinin tarihi, önceden
    tahmin edilmeyen saçaklanmalar sergiledi. Oryantalizmin başka
    toplumların tarihini çarpıtırken, kendi tarihini de çarpıttığı ve bu
    ikili çarpık imajın ardından ‘hayalî bir Doğu’ ve ‘hayalî bir Batı’
    inşa ettiği daha sık vurgulanır oldu (mesela Thierry Hentsch’in dikenli
    kitabı Hayali Doğu’sunda bu vurguyu açıkça görmek mümkün [3]). Bu, bir
    yandan Avrupa tarihinin üzerine örtülen ideolojik şalı açmaya, öbür
    yandan da Avrupalı olmayan toplumların tarihi üzerine düşürülen
    emperyal bakışın büyüsünü bozmaya yönelik çift yönlü bir fikrî çabayı
    tetiklemiş oldu. Böylece tarihlerin içerisinde yıkanıp durulandığı yeni
    bir kutsal havuz haline geldi tarihçilik mesleği. Tarih yazıcılığı
    yeniden heyecan verici bir serüvene dönüştü. Bu yeni evrede,
    silikleştirilmiş bir çok yüzün yeniden aydınlatıldığına tanık olduk ve
    olacağız. İşaretler bu yönde kuvvetlenerek geliyor üzerimize doğru.
    Avrupa ile İslam arasındaki ilişkilerin tarihi de benzer bir menisküs
    kazasına uğramıştı. Koşmak bir yana yürüyemiyordu besbelli. Marshall
    Hodgson’un “küresel ve eşit bir tarih” çağrısı, ancak 21. yüzyılın
    şafağında, o da bazı kısıtlı vadilerde yankılar bulabilmiş durumda. Bu
    vadilerin sayısı ve niteliği çoğaldıkça sesin kaynağının hangi
    vaadlerde bulunduğunu daha berrak olarak anlama imkânına kavuşacağız.
    Şimdi bu vadilerde yankılanan seslerden bazılarını yakalamaya
    çalışalım. Roma’ya dönüş? Fransız
    düşünürü Rèmy Brague’ın Avrupa: Roma Yolu[4] adlı kitabı, Avrupa’nın
    yeniden Romalı olmaktan başka çıkar yolu olmadığına ilişkin iddiasıyla
    şaşırtıcı bir çıkış yapıyor. ‘Romalılık’ (Romanitas), yani kendisi
    dışındaki kültürleri bünyesine dahil etmek, içermek (inclusion),
    ötekini dışlamamak yönündeki tavrın Avrupa’nın önündeki yegane seçenek
    olduğunu söylüyor Brague. Ona göre Avrupa ya Romalı inclusivist
    (kucaklayıcı) tavrına geri dönecek ve İslam başta olmak üzere ‘öteki’
    kültür ve toplumlara kapılarını daha fazla açacak ya da kendi içine
    kapanıp Karanlık Çağ’a doğru haşmetli bir dönüş yapacaktır! Aslında
    Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Avrupa Birliği kapısında
    kullanabilecekleri yaman bir argümandır bu. Her halükârda ‘AB bizimle
    daha güçlü olacak’ türünden karanlığa atılan sığ kementlerden daha
    kuşatıcı ve daha derin bir tez Brague’ınki. Mesela onun Avrupalı
    olmayı, baştan verili bir konum olarak görmeyen ve Avrupalılığı
    “Avrupalılaşma” yönünde sonsuz bir çaba olarak değerlendiren şu ufuk
    açıcı düşünceleri yeterince kışkırtıcı değil midir:

    Avrupa’nın içeriği, tam anlamıyla içeren olmaktır, evrensel olana
    açılmış olmaktır… Avrupalı kendi kimliğine, ileride doldurmak zorunda
    kalacağı boş bir çerçeve olarak sahiptir sadece… Avrupa sürekli bir
    kendini-Avrupalılaştırma hareketinden başka bir şey değildir… Avrupa,
    Avrupalılaşmanın sonucudur, onun nedeni değildir. “Avrupalı” denen
    mekânın (“Avrupalı” sayılan) sakinleri için tehlike, Avrupalılıklarını
    kazanılacak değil de baştan elde edilmiş, artık bir serüven olarak
    değil de konumunun bir kazancı olarak, evrensel bir çağrı olarak değil
    de bir bölgeselcilik olarak düşünmektir… Bunun sonucu olarak, Roma’nın
    artık Roma içinde olmaması mümkündür ve “Avrupalı olmayanların” temelde
    Avrupa’nın şansı olan Romalı tutumu üstlenmeleri ve daha önce Avrupalı
    olduğunu sananlardan daha çok Avrupalı olmaları mümkündür. [5]
    Avrupa’nın çarpık aynalarıAvrupa kimliği hakkında çarpıcı yorumlar içeren bir başka çalışma,
    Josep Fontana’nın Çarpıtılmış Bir Geçmiş: Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak
    adlı harikulade güzellikteki kitabıdır. (Ne yazık ki, Türkçe
    tercümesinde kitabın ilk ve asıl başlığı olan Çarpıtılmış Bir Geçmiş’in
    (A Distorted Past) yayıncı tarafından –nedense- “uçurulmuş” olduğunu
    belirtmeliyim. Aynı kitabın Litera Yayıncılık tarafından yapılan 2.
    baskısında bu hatanın düzeltilmiş olduğu görülmektedir.[6]) Gerçek bir
    tarihçi soğukkanlılığı ve hakikat-perverliğiyle ortaya çıkan, eskilerin
    deyişiyle “müdakkıyk” İspanyol tarihçisi Fontana’nın “aykırı”
    yorumlarına bolca rastlanan kitabını, derin bir entelektüel heyecan
    duymadan okumak kabil değildir. Fontana’ya göre Avrupa kültürüne,
    nicedir kendisini ve kendisi haricindeki dünyayı çarpık bir tarzda
    görmesini sağlayan ‘çarpıtıcı aynalar’ hakim olmuştur. Bu yüzden,
    Avrupa kültürünü, içerisine sıkışıp kaldığı bu muharrif aynalar
    dehlizinden bir an önce çıkarmak gerekmektedir. Ancak bu başarıldığı
    zaman gerçekten “evrensel” ve her kültüre hakkını veren âdil bir tarih
    kavrayışına ulaşmak mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, Avrupa’nın
    geçmişindeki parlak sayfalar, tarihin karanlıklarını boylama tehlikesi
    ile karşı karşıyadır:
    Eğer kendimizi duvarların
    gerisine hapsetmekte ısrar edersek, hem içeriden hem de dışarıdan gelen
    saldırganların elinde can vereceğiz. Değişen ortama ayak uydurma
    yeteneğini yitiren bütün toplulukların başına geldiği gibi, böyle bir
    durumda Avrupalılar ve yarattıkları uygarlık da yok olacaktır. Bu
    gerçekleşirse, insanlığın tarihinde bir sayfa kapanmış olacak ve bir
    yenisi açılacaktır. [7]
    Avrupa’yı kuran İslamBu yazıda Ele alacağım üçüncü kitap ise başucumda ne zamandır: Europe
    and Islam [8] (Avrupa ve İslam). Orta Çağ tarihi üstadı Franco
    Cardini’nin imzasını taşıyan bu her satırından tebahhur tüten kitap,
    bilinenlerden son derece farklı ve girift bir Avrupa ve İslam öyküsü
    dokuyor. Floransa Üniversitesi’nde Ortaçağ tarihi dersleri veren
    İtalyan tarihçi Cardini, İslam’ın Avrupa’da önyargılar, yanlış
    bilgilendirmeler ve aleyhte yayınlar yüzünden hakiki mahiyetiyle
    anlaşılamadığını vurguluyor. Eğer tarihe bu önyargılar, yanlış
    bilgilendirmeler ve çarpıtmalardan salim olarak bakacak olursak, Avrupa
    ile İslam arasında sanıldığından daha derin ve güçlü bağların mevcut
    olduğunu göreceğizdir. Cardini, kitabında “Avrupa” ve “İslam” sözkonusu
    olduğunda aklımıza geliveren Endülüs İslam medeniyetinin Avrupa’nın
    biçimlendirilmesindeki rolüyle yetinmiyor. İtalyan olmanın avantajından
    yararlanıyor ve bu defa ‘Sicilya ve Napoli İslam Medeniyeti’nin
    izlerini takip ederek Avrupa medeniyetine bir tür beşiklik görevi
    yapmış olan “İtalyan kültüründe İslam faktörü”nü genişlemesine ve
    derinlemesine mercek altına alıyor. Cardini kitabında bir yerde 827
    tarihinde vuku bulan Sicilya’nın Müslümanlarca fethi ve Palermo’nun
    kuşatılması sırasında Napoli şehri idarecilerinin Bizanslılara karşı
    Müslümanlara yardımcı olduklarından, hatta Müslümanları, kendilerini
    Bizanslılardan ve Longobardi Prensleri’nin tasallutundan korumaları
    için bizzat ülkelerine davet ettiklerinden bahsediyor. Yine mesela, Max
    Weber’in o yere göğe sığdıramadığı ve modernliğin beşiği saydığı
    Hıristiyan Avrupa sahil şehirlerinin (“Batı şehri”) Avrupa’ya mahsus
    bir “başarı” olmaktan ziyade, İslam’ın Avrupa’daki yayılmasının
    doğrudan bir ürünü olduğunu belirtiyor. Tarih, bir kez daha tepetaklak
    oluyor Cardini’nin satırlarında. Nitekim Alvaro’nun şikayetlerinden, 9.
    yüzyıl Kurtuba’sında Hıristiyan din adamlarının Arapça hüsnühat meşk
    ettiklerini(!) öğreniyoruz. Alvaro’ya göre, Kurtuba’da bulunan papazlar
    hattatlığa kendilerini o kadar kaptırmışlar ki, Tevrat ve İncil’i,
    hatta Kilise Babaları’nın eserlerini çoğaltma işini dahi ihmal etmeye
    başlamışlardır. Ya Sicilya’daki Arap şiirinin gökçe sesleri? “İçlerine
    sinmiş derin hüzünden dolayı bu şiirleri dinlemeye yürek dayanmaz”,
    diyor tarihçimiz. Ve İtalyan şiiri üzerinde gezinen Sicilya Arap
    şiirinin gölgesine bir bıçak gibi sokuyor kalemini. Cardini,
    İslamiyetin İtalya’daki etkisinin sürekliliğine delil olarak şunu da
    zikretmeyi ihmal etmiyor: Müslüman Sicilya’nın Normanlarca geri
    alınmasını müteakip kurulan yeni Hıristiyan idaresinde, eski rejimin
    Arap kökenli memurları, sadece alt düzey memurluklarda değil, bizzat
    divanda dahi görev almaya devam etmişlerdi! Böylelikle Norman
    Krallığı’na Müslümanların katkısına dikkat çekiyor tarihçimiz.
    Kısa devre yapan Avrupa!Cardini’ye göre, aslında Avrupalı halkların bilinci, 18. yüzyıla kadar
    İslamiyete karşı bugün gördüğümüz türden bir önyargı seliyle kaplanmış
    değildi. Ne var ki, 19. ve 20. yüzyıllarda Batı kültürü tam anlamıyla
    bir “kısa devre” yaptı. Bunun sonucunda Arap veya İslam kültürüne ait
    olan ne varsa, Avrupa kültürünün ‘ötekisi’ olarak kabul edilmeye
    başlandı ve kültürün iliklerine kadar işlemiş bulunan İslam damgası,
    büyük bir gayretle Avrupa’nın çok-renkli yüzünden kazınmaya ve
    sökülmeye çalışıldı. Ama nafile. Çünkü “İslam, Avrupa’yı etkilemiştir”
    demek bile hafif kalır tarihçimize göre; çünkü ‘İslam, Avrupa’nın
    doğrudan doğruya kurucu unsurudur’. Tarihçimiz bir adım ileri giderek
    diyebilirdi ki, İslam olmasaydı “Avrupa” da olmazdı. Eğer, diyor
    Cardini, antik coğrafyacıların tasvirlerinin ötesine gidip de “modern
    Avrupa” kavramı ile “Avrupa kimliği”nin nasıl ve ne zaman doğduğunu
    kendi kendimize soracak olursak, İslam’ın, onun vücuda gelmesinde
    (negatif de olsa) belirleyici bir faktör olduğunu fark ederiz. Bazı
    tarihçiler (paradoksal olarak) Hz. Muhammed’i Avrupa’nın ‘kurucu
    babası’ olarak selamlıyorlarsa da, benzer bir rol neden Osmanlı
    padişahları olan Fatih Sultan Mehmed veya Kanuni Sultan Süleyman’a da
    atfedilmesin? Onlar ki, Avrupa kıtasının sakinlerini, mesela
    Protestanların resmen tanınmasını sağlayarak pozitif, aynı zamanda
    Avrupa’yı, kendilerini savunmak ve tanımlamak zorunda bırakarak negatif
    bir yoldan biçimlendirmişler ve böylece Avrupa kimliğinin oluşması için
    son derece elzem olan “öteki” duygusunu geliştirmelerine yardım
    etmişlerdir.
    Küresel bir tarihe doğru Bir başka deyişle, İslam’ı aradan çıkardığınızda, Avrupa tarihinin
    geçmişini olduğu gibi bugününü de boydan boya yırtmış ve sakatlamış
    olursunuz. Sonuçta, Avrupa tarihi kadar dünya tarihi de anlaşılmaz bir
    hale gelir. Bu yüzden Avrupa-İslam ilişkilerine geçmişte olduğundan
    daha nafiz bir nazarla ve daha cevval bir paradigma ve yöntemle bakmak
    zorundayız. Buradaki yöntemimiz, Avrupa ve İslam ilişkilerini
    “Doğu-Batı Çatışması” veya “Uygarlıklar Çatışması” şeklinde bir çatışma
    söylemini yeniden üretmek olmamalı, daha ziyade bir alış-veriş ve
    etkileşim ağının temasları ve temassızlıklarının diyalektiği noktasında
    ele almalıdır. Daha doğrusu, Küresel Tarih’in yakın unsurlarının
    etkileşimleri şeklinde. Eğer Gotik mimarinin İslam’ın eseri olduğunu ya
    da Venedik’teki San Marco meydanının mimari dizaynının Şam’daki Emevi
    Camii çevre düzenlemesinden etkilendiğini[9]; Müslümanların Avrupa’ya
    İspanya ve Portekiz kanalıyla sadece bilimsel ve felsefî abideleri
    değil, aynı zamanda sulama teknikleri ve tarım yöntemlerini de miras
    bıraktıklarını, daha önemlisi, “polity”, yani birlikte yaşama pratiğini
    Avrupa topraklarına bir tohum gibi diktiklerini görmezden gelirsek, ne
    Avrupa’yı, ne de “biz”i anlama imkânını bulabiliriz. Bugün Avrupa’nın
    18. yüzyıldan bu yana içine girdiği “kısa devre”nin tamiri de İslam’la
    yeniden yüzleşmekle mümkün olacaktır. Çarpıtılmış geçmişin salimen
    hatırlanmasıyla elbette…

    1. Jack Goody, Islam
    in Europe, Polity Press, 2004, s. 14. Türkçe çevirisi: Avrupa’da İslam
    Damgası, Şahabettin Yalçın, İstanbul 2005, Etkileşim Yayınları.
    2. Edward W. Said, Orientalism, Routledge & Kegan Paul, 1980, s. 59.
    3. Thierry Hentsch, Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik
    Bakışı, Çeviren: Aysel Bora, İstanbul 1996, Metis Yayınları.
    4. Rèmy Brague, Avrupa: Roma Yolu, Çeviren: Betül Çotuksöken, İstanbul 1995, Kabalcı Yayınevi.
    5. Brague, age, s. 144-149.
    6. Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna: Avrupa’nın Yeniden
    Yorumlanması, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 200?, Litera
    Yayıncılık.
    7. Josep Fontana, Avrupa’yı Yeniden Yorumlamak, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 1995, Afa-İntermedya, s. 190.
    8. Franco Cardini, Europe and Islam, İngilizceye çeviren: Caroline Beamish, Blackwell Publishers, 1999.
    9. Deborah Howard, Venice and the East: The Impact of the Islamic World
    on Venetian Architecture 1100-1500, New Haven: Yale University Press,
    s. 2.




    Mustafa Armağan (Zaman Gazetesi Yazarı) - http://www.mustafaarmagan.com.tr
    _________________
    • Her hakkı mahfuzdur. Bu siteden yazılı, görsel, herhangi bir malzeme izinsiz kullanılamaz •

    Bu Sitedeki konuları Kaynak göstermeden yayınlamak yasaktır ! Uyarıya Uyulmaması Halinde Yasal işlem Başlatılacaktır

    Licensed to: sanalturk.forum.st by ●●мαнмυт●●



      Forum Saati Paz Nis. 28, 2024 10:15 am