TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Lütven daha kaliteli hizmet için üye olunuz!!! Radyomuza hepinizi
beklerizzzz...

Join the forum, it's quick and easy

TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Lütven daha kaliteli hizmet için üye olunuz!!! Radyomuza hepinizi
beklerizzzz...

TÜRKÜM FORUM - En Kapsamlı Bilgi Platformu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


    Hayali Cihan Değer

    Admin
    Admin
    KURUCU
    KURUCU


    Mesaj Sayısı : 827
    Yaş : 29
    Başarı Puanı : 1938
    Pep Gücü : 42
    Kayıt tarihi : 01/01/09

    Hayali Cihan Değer Empty Hayali Cihan Değer

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 17, 2009 10:56 pm

    Hayali Cihan Değer



    Başkaları
    ne düşünürse düşünsün, bana göre bizim dünyamız, büyülü iklimi,
    oturduğu zemini, dağı-deresi, bağı-bahçesi, ovası-obası, mamureleri ve
    meralarıyla, o kadar şirin, o kadar sıcak, o kadar yumuşak ve o kadar
    sihirlidir ki, onun özüne nüfuz edenler ona âşık olur ve bir daha da
    ondan ayrılmayı düşünmezler. Şahsen ben ona mensubiyetimi bir imtiyaz,
    bir bahtiyarlık saydım ve içinde iken hep onunla serinledim, uzakta
    bulunduğum dönemlerde de onun hayalimdeki renkli resimleriyle müteselli
    oldum.

    Benim nazarımda bu dünya, güzel insanları, sımsıcak
    tabiatı ve coğrafî konumu itibarıyla cennetlere uzanan koridordan
    farksızdır. Zaten altın çağları itibarıyla o, Firdevslerin bir izdüşümü
    şeklinde algılanır ve bütün cihanlara denk tutulurdu. O zamanlar
    Çin�den-Maçin�den seyyahlar gelir, onun o nefislerden nefis havasını
    yudumlar, atmosferindeki ledünnîliği duyar, moral bulur ve ayrılırken
    de gönüllerini bir kere daha gelme vaadiyle teselli ederlerdi.

    O
    zamanlar bu dünyanın insanları, şimdikinden daha çok eşya ve
    hâdiselerle içli-dışlı, varlıkla sarmaş-dolaş, tabiatla da cankardeş
    gibiydiler. Evlerinin, yurtlarının-yuvalarının,
    köylerinin-kasabalarının dört bir yanı tabiata açık, iklimleri her
    zaman ferahfezâ ve çevreleri de bir tabiat meşherinden farksızdı. O ev,
    o köy, o kasaba ve o şehirdeki insanlar o semavî ufukları, o pırıl
    pırıl duyguları ve maverâî ruhlarıyla içinde yaşadıkları bu dünyayı o
    kadar Cennet�e yakın görürlerdi ki, bir adım daha atsalar kendilerini
    onun içinde bulacak sanırlardı. Bundan dolayıydı ki onlar, mezarlarını
    o bir adımlık yolda önemli bir konak sayar ve ahiretin ilk menzili
    kabul ettikleri kabristanları ufuklarının renk ve deseniyle süsler,
    aklın zahirî nazarında ürpertici görünen o saha-yı müthişi sevimli bir
    tenezzühgâha çevirirlerdi.

    Biz, biz olduğumuz dönemde, evler,
    caddeler ve sokakların, o evlerde oturanlara, o cadde ve sokaklarda
    dolaşanlara öyle sıcak bir bakışları ve öyle anlamlı bir tavırları
    vardı ki, onlara kendi ruh ufkundan bakanlar, onların bize ait bazı
    şeyler mırıldandıklarını duyar gibi olurlardı. Bu dünyada hemen herkes,
    kendi gönlünden yükselen veya inançları, hülyaları, şuuraltı
    müktesebatından süzülüp gelen bir mûsıkî ile kendinden geçer, her zaman
    farklı bir mânâ meltemiyle heyecanlanır ve değişik bir neş�e ve
    sevinçle köpürürdü.

    Gerçi o zamanlar da hüzne, kedere sebebiyet
    verecek bazı olumsuzluklar söz konusuydu ama, bu durum fazla uzun
    sürmez ve hemen arkadan bu müstesna dünyanın o enfes tabiatı, kendine
    has rengi, deseni ve her zaman büyüleyen zâtî keyfiyetiyle bütün
    tozun-dumanın önüne geçer, vicdanlara bir kere daha kendini hissettirir
    ve en ifritten hazanları pırıl pırıl baharlara çevirirdi. Bu itibarla
    da günlerimiz, gecelerimiz her zaman sımsıcak ve mavimtrak, aylarımız,
    yıllarımız da hep apaktı�

    O zamanlar hayat bizim için yepyeni
    bir güzellikle başlar, çevremizde her şey bahar naraları atmaya durur,
    meltemler Yusuf Nebi�nin gömleğinden kokular getirir, ırmaklar Eyyub
    Nebi�nin hayat havzıyla çağlardı.. ve bu dünyada âdeta bir ukbâ neşvesi
    yaşanırdı. Gündüzler ışığını güneşten, gönüller de ziyasını gökler
    ötesinden alırdı. Gönül gözleri, günebakan çiçekler gibi hep onu
    kollar, ruhlar günün eşref saatleri sayılan namaz vakitlerine kurulu
    yaşar ve sineler hep onun aşk u heyecanıyla çarpardı. Böylece günün her
    parçası farklı bir şehrâyin ve bir şölen gibi duyulur; her hafta, her
    ay, her sene bu millete aidiyeti cihetiyle farklı bir renklilik içinde
    gelir geçer; geliş geçişleriyle o tali�li insanların başlarını okşar ve
    onlara her mevsim kim bilir kaç kere Cennet koridorlarında
    yürüdüklerini hatırlatırdı. Bu bahtiyarlar dünyasında her sabah âdeta
    bir �ba�sü ba�de�l-mevt� yaşanır, her öğlen, ayrı bir sıcaklıkla başlar
    üzerinde kendini hissettirir, her ikindi, bir meltem serinliğiyle dört
    bir yanı sarar, her akşam, bir sükût mûsıkîsi gibi gönüllerin
    derinliğinde duyulur ve bütün bir gün ötelere açık pencereleriyle
    herkese bir temâşâ zevki sunardı; sunardı da bu derinlik ve bu
    renklilik bir mânâda herkesi büyüler ve en katı kalbleri dahi ipekler
    gibi yumuşatırdı.

    O günkü nesillerin her zaman pırıl pırıldı
    kalbleri, sımsıcaktı atmosferleri.. ve her tarafta sağlam bir güven ve
    huzur nümâyândı. Şimdilerde çokça şahit olduğumuz eşkıyalık, çetecilik,
    anarşi, zorbalık, derin devlet ve fâili meçhul� gibi konular hiç mi hiç
    bilinmezdi. Bilinmezdi, zira o zamanlar her yanda nizam, âhenk,
    hakkâniyet, adalet ve merhamet hâkimdi�

    Hırs, haset, haksız
    kazanç, ihtikâr, rüşvet, iltimas, dolandırma, kandırma, hortumlama...
    türü hususların bazıları hiç bilinmez, bazıları da sadece sözlüklerde
    görülürdü. Zira o günün tali�li insanları fevkalâde kanaatkâr, haramdan
    uzak, helale kilitlenmiş ve hep hak duygusuyla oturup kalkarlardı�

    Az
    görülürdü onlarda düşmanlık duygusu, cinayet ve intikam hissi, fitne ve
    fesat organizesi ve hükmetme sevdası; zira onlar, ciddî bir diyalog
    gayreti, bir hoşgörü felsefesi, bir sevgi ahlâkı ve bir şefkat
    anlayışına kurulu idiler.

    O günkü insanlar baskıcı idareyi kadîm
    tarihten kalmış bir tiranlık gibi görür; despotizmayı, firavunluk
    şeklinde algılar ve lanetle yâd eder; başkalarını damgalama veya
    fişlemeyi, alçakların işi sayar ve ömürlerini tevazu, mahviyet ve îsâr
    ruhuna bağlı sürdürür; her zaman fütüvvet ruhuyla gürler, fedakârlık ve
    samimiyetle soluklanırlardı.

    O aydınlık dönemde, içki, kumar,
    uyuşturucu ve kaçakçılık kat�iyen günümüzde olduğu kadar yaygın
    değildi. Sokak çocuğu, tiner, bali vesâir çağın problemlerini
    sözlüklerde bile göremezdiniz. Zira o gün her yanda kalb, ruh, akıl
    insanları, düşünen dimağlar, samimi gönüller, ülke ve millet için
    ihlâsla çarpan yürekler vardı.

    Bu prototip insanların yaşadığı
    atmosferde ne yukarıda sayılan türden levsiyat olabilirdi ne de fısk u
    fücur, fuhuş, hayâsızlık ve bohemlik gibi insanı insanlığından
    utandıran inhiraflar. Her şeyden evvel, ismet, iffet, fazilet, ilâhî
    ahlâk ve hesap duygusu o bahtiyarların en mümeyyiz vasfı ve en tabiî
    halleriydi. Onlar, çizgileri belli, yol haritaları düzgün ve insanî
    derinlikleriyle de böyle bir şehrahta yürümeye hazır idiler. Doğru
    yaşadı, doğru yürüdü ve arkadan gelenlere yâd-ı cemîl oldular. Bilmem
    ki biz o yolun neresindeyiz?..

    Sızıntı [BAŞYAZI]

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 9:57 am